Çarşamba, Ağustos 18, 2021

Merhem

Yaralarım hangi sığlığa tahammül edebilir
Yokluğun bu kadar çetinken
Üstelik
Manzaralarım karanlık
Ve
Hüznün anavatanı sanki gönlüm
Çaresizliğim içinde bir hayretkeş uyanır
Heyecanlı ve şaşkın
Bilir misin?
Gamla dolsada dört bir yanım
Yüzün merhemdir dertlerime
Öğren o zaman
Seni görmek çiçek açmaktır bahara
Bir kez olsun koklamak ne şifadır
Buhurlar tüttür odalarda
Rayihan teskindir dertlerime

Salı, Ağustos 17, 2021

Geçer

“Istırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyleyemez hande-i hürrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer,”

                                                           Neyzen Tevfik

Hayatın en katlanılabilir yanı belki de sürekli bir akış içinde her şeyin gelip geçmesi. Büyük yangınlardan geçtik, günlerce yandık ve bu durum da tek sığınağım bu durumun gelip geçecek olmasıydı. Dayım vefat etti, alışamadım hala ama gelip geçti artık kabullendim. Kabullenmek çok başka, alışamamak çok başka. Özlemleri kabullenip, özlemlere alışamamak da tam olarak böyle. Anlıyorum gittikçe “adem de geçer”. Güzellik yapmaktan, güzel şeyler istemekten gayri elimizden ne gelir? Gelmesin de zaten. Yumuşak olmalı, sabırlı olmalı, Allah’a gerçekten iman etmeli. Bizler gerçekten bazı şeyleri yeterince kavramış olsaydık ne sabırsız olurduk ne de böyle isyankar. Madem ki bir hayat ve Allah vardır, o yüzden kendi başımıza gelenleri yaşarken bir kenarda bu varlığı hep hatırlamalıyız. Bu varlığı hatırlatacak güzellikleri ise hayatımıza her daim konuk etmeliyiz. Hayret makamından ayrılırsak mahvolacağız farkına varmalıyız. Hep diri olalım. Biz ne damlayız, ne okyanus, biz insanoğluyuz.  

Pazartesi, Ağustos 09, 2021

Teselli

Bu hayat teselli bulma yeridir. İyi bir günle, gülen bir yüzle, yaprağa düşen bir çiğ tanesiyle ya da bir şiirin bir mısraının bir kelimesiyle...Tesellilerimiz yoksa aslında hayatımız çok aksak bir şey haline geliyor. Bize yeni teselliler lazım.
Önce dayımı kaybedişim ardından ormanların gözlerimin önünde her gün yanışı beni kabullenmesi zor bir sürece soktu. Bilmekle kabullenmek arasında ki o uçurum gözümün önündeki yangınlar gibi büyüdü gitti. Rüzgar mesela bu aralar korkutuyor, oysa bu mevsimde esen rüzgarın aşığı değil miydim? Oysa şimdi esen rüzgar büyüyen yangınlar demek. İnsan ne çok değişiyor.
Ağaç yanıyor, otlar yanıyor, biriktirilen hatıralar yanıyor. Ve en kötüsünün farkına vardım, hiç biri kül olmuyor. Ağaçlar öyle dimdik ve simsiyah ayakta, aslında ölüler ama uzaktan bakınca sanki ağaçlar. Kül olsalardı hiç olmamış gibi olabilirlerdi. Ama oradalar. Sanki yaşıyorlar ama yoklar. İnsanlar içinde aynısı geçerli sanırım. Yanmak yetmiyor, kül olmak ise kolaycılığa kaçmak oluyor. Öylece kapkara ayakta kalıp teselli bularak yaşayabilmek en zoru oluyor.
İnsan insanda değişiyor. İnsan insansız da değişiyor. Artık yeniliğinden haberdar olamadığın insan kabullenmesen de uzağında oluyor. öyle hissetmesen, öyle olmadığını bilsen de. Dayım da artık bana ne olup bittiğini hiç bilmeyecek. En yakın arkadaşlarım kimler, en çok nereye gittim, en son okuduğum kitap hangisi ya da portakallar bu sene nasıl? Bir sürü cevapsız soruyla öylece orada duracak. Haberdar olamamak çok kötüymüş, biliyordum, anlıyordum şimdi tekrar tekrar yaşıyorum.  Orhan Gencebay'ın söylediği gibi olsun o zaman "Bir teselli ver!". Kendi kendini teskin eden insana teselli bahşedilir ancak. Kendimde meskunum, bu aralar çokça suskun, çokça düşünmekten kaçan ve çokça kendiyle. Kendiliğim en büyük tesellim. Çünkü iyi olmak için umut hep var.