Perşembe, Ekim 31, 2019

Gelmiş Bulundum


“Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söylesin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.” Edip Cansever

Geldi çattı gitti yine ekimlerin 27sinden biri daha. Bir kere gelmiş bulunduğum ve her saniyesinde bana bahşedilen nefes için şükranlarımı sunduğum hayatı bana verdiği için Allah’a çok teşekkür ederim. Güzel anılar biriktirdim, iyi insanlar tanıdım, etkileyici şiirler okuyup ketum şehirlerde gezdim. Hayal edemeyeceğim şeyleri bana yaşattığı için de çok teşekkür ederim. Bir kere gelmiş bulunduk, mutlu olsak da olmasak zaman geçiyor. Saçma değil mi, zaman zaten hep geçer. Sanırım giderek daha da olgunlaşıyorum ve geçmişime baktığımda ne kadar da olgun olduğumu anlıyorum. Yaşadığım travmalara rağmen sanki şövalye olarak doğmuşum gibi bir hisse kapılıyorum. 17imde yetişkin bir insandım tıpkı 27imde yetişkin olduğum gibi. Zaman sadece anladıklarımı teyit eden bir süreç gibi işliyor. Yeni hiçbir şey öğrenmiyorum sanki, tabula rasa baştan başa bir safsata. Çünkü biz Descartes’in askerleriyiz. Yani hayat seviliyorsun, umarım daha iyilerini bana yaşatırsın ve umarım ortaklığımız devam eder. saygıyla


Cuma, Eylül 27, 2019

İki Kelam

Oturup iki kelam yazayım dedim. Yazmadan önce hafifçe sağı solu karşılarken bir söz denk geldi. Yutkundum, bazen birilerinin çok doğru şeyler söylemesine sinir oluyorum. Tabi bu hayranlığı da beraberinde getiriyor. İyi ki sözler var dedim, söz bu kadar ayağa düşmüşken hem de. İyi ki can evimden vuruluyorum hala. Yaşadığımı hissetmek ve sözlerden etkilenmek hala bir eski zaman hikayesinin içinde yaşamak gibi benim için. Her şeyin görselle ifade edildiği, koku ve düşünmenin bu kadar atıl bırakıldığı bir çağda insan olmanın sancısı diyelim buna. Yarası olan merhem arar demişler, dertli divane olur diye de eklemişler. Ama İbn-i Hazm ne demiş bir bak: 
"Sevgi, açtığı yaralarla birlikte kendi merhemini de özünde taşır."


Susma zamanı...

Çarşamba, Eylül 25, 2019

Yurdum



Yaram
Senin adın yazılıdır göğsümün en ıssız yerinde
Bileklerimde bıçak, hasretinden bir delilik yapacak diye korkarım
Yurdum diyordum, yurdum, senin yanın ve yakının
Hani gurbet o kadar da uzak değildi
Hani o kadar da soğuk değildi
O kadar soğuk değildin
Ne çok yalan söylenmiş farkında mısın?

Suskunluğum, gizlediklerinden çağlıyor
Ben gece yarıları senin için benliğimden çıkardım hani
Hani sende fark ederdin kendinden geçtiğini
Kendimizden uzaklaştığımızda nasıl da bulurduk kendimizi
Bir yolduk, gidilen
Anladık
Kavuşmak aşılan bir duvardır
Bu duvarın ardı uçurum
Hiç aşmadığımız


Fotoğraf: Milet Antik Kenti







Cumartesi, Eylül 21, 2019

35 Tl



İnsan hatıralar biriktiren canlıdır. Bazen bir deniz kabuğu, bazen taş, bazen de iki satırlık bir şiir insanın heybesini oluşturur. Güzel hatıralar biriktirmek insanın hayatına yapacağı en güzel katkılardan birisidir. Kötülerine değinmek istemiyorum, sanırım kötü hatıraların sebebi gibi hissediyorum kendimi bazen.
Bugünün konusu, hatıralar. Esas meseleye gelince, yakın arkadaşlarımdan birisi beni u-12 takımı ile yaptığı floorball antrenmanına davet etti. Floorball bir sopa yardımıyla ve görece hafif tenis topu büyüklüğünde topla salonda oynanan bir oyun. Türkçe’ye tam olarak çeviremesek de sanırım salontopu diyebiliriz. Ara sıra aşinalığım olan bir spor dalı. Daha önce Rodos’ta Yunanistan’a karşı yabancı karmasında oynamıştım. Tabi antrenmana giderken aklım daha çok oyundaydı. Oraya vardığımda ise beni karşılayan mini minna kızları görünce birden mutlu oldum. Hepsi içtenlikle bana hoş geldiniz dediler. Sonra teker teker gelip sorular sordular. Akabinde onlarla 1 saatten fazla floorball oynadım. Devre arası olduğunda ise hemen suları kapıp geldiler. Sonra arkadaşımla otururken önünde duran birkaç küçük şey dikkatimi çekti. Sallama çay, gofret ve bir kahve makinası. Sallamayı çayı hoca içsin diye getirmişler, gofreti keza, kahve makinası ise gelip gidiyormuş. Niye diye sormuş hoca, çünkü o kahve makinasını para biriktirip 35 tlye almış ve bu yüzden kıymetliymiş. Ah şu cimrilik olmayan tutumluluk ne kadar güzel dedim. Eşyanın kıymetini bilen ve bir şeylere sahip olmayı değerli kılan 10-11 yaşındaki kız ne güzel dersler veriyordu bana. Çünkü 35 tlye almak nasıl değerlidir kim bilir onun için. Sonra heybesinden çıkardığı gofreti bana uzattı. Diğer gofretlerden farklı, epey uzun ve daha önce hiç duymadığım bir markanın gofretiydi. Yani muhtemelen asla almayacağım cinsten bir şeydi, sanırım körelmek böyle bir şey olmalıydı. Gofreti paylaştık, yüzü gülümsüyordu. Matematik dersinin çok zor olduğundan dem vurdu bana, benim içinde zor deyince “gerçekten mi?” diye sormadan edemedi. Sanırım yalnız olmadığını hissetmek ona iyi geldi. Hangimize iyi gelmez ki?
Bir şeylere ucundan tutunmak için insanların bahaneleri oluyor. Kimisi için spor, kimisi için müzik, kimisi için hatıralar. Kızlarla iyi vakit geçirmek benim için eşsiz bir deneyim oldu. Bu kadar iyiliği ve karşılıksız sevgiyi uzun zamandır görmediğimi anımsadım. Gelir seviyeleri genellikle orta alt olduğunu öğrendiğim bu çocuklar için hayata tutunmanın çeşitli şekillerini izledim. Kenardan durup onlara öylece bakmak, heyecanlarına ortak olmak ruhumu tazeledi. Ruhumuzun tazelenmeye ihtiyacı ne çok. Heyecanını yitirmek ölmek gibi bir şey. Buhranların ortasındayız, heyecanımız hayata tutunma nedenimiz. Ben hala kendime nedenler arıyorum, kah buluyor kah bulamıyorum. Kendi hayatıma iz bırakmak istiyorum. Kendi hayatına iz bırakamayan insan ne acıdır! Bu yüzdendir bloğumun genel tavrına ters bir yazıyı sırf kendime hatıra olsun diye ilk kez yazıyorum. Ha birde unutmadan, kızlarla hatıra fotoğrafı çektirdik. Hani artık çok bakılmayan ve zamanı donduran şey olan fotoğraf. Selam kendime, tekrar tekrar okuduğum da mutlu olmam dileğiyle, en müşterim kendimim ne de olsa!


Cumartesi, Eylül 14, 2019

Hadi Gel






Bir sonbahar çağırır şimdi adımlarım
Üşenme, hadi gel yürüyelim
Merak etme ne olacak diye geride
Hayat kısa bir mola değil mi zaten?
Bırak bu keşmekeşi
Hadi gel yürüyelim

Eline ne istersin? Bir erkek çocuk mu çağırır şimdi?
Ben senin ellerin isterim
Bu çetrefilden kaçıp
Hadi gel yürüyelim

İp gerilmiş diyorlar gökyüzüne
Bir ucundan ben tutmuşum
Diğer ucu hala boşta
Benim aklımsa hala o yolda
Hadi gel yürüyelim

Yürüyelim varamayacağımız yerlere
Gitmeyi çok sevelim ayaklarımız tozlu
Şimdi kar da gelecek az kaldı
Geç kalmadan en iyisi
Hadi gel yürüyelim.

Perşembe, Mayıs 16, 2019

Hayattayım


Susmak zaten ölümün bir diğer şekli değil mi? Artık söyleyecek sözü olmamak, yeni şeyler söyleyemeyecek olmak ölüm değil de nedir? Öldüm mü? Hayattayım.
Uzun zaman oldu, satırlara ihtiyacım olmadığı kadar sözcüklere kendimi yakın hissediyordum. Ama ne vakit mevsim mayıs olsa, ben susamam. Aylar içinde bu ayın, mevsimler için ilkbaharın yeri hep başka değil midir? İlkbaharın sonbaharı olan bu ay, dirilişin olgunlaştığı, başakların buğdaya oturduğu, benim artık kısa kollu tişörtlerle sokağa çıkabildiğim zamandır. Başaklar buğdaya oturmuş derken buradan Akdenizli olduğum sonucuna ulaşabilirsiniz, ne de olsa sürekli kendinden sırlar vererek açık eder zihnindekileri. Ben sırlarımı açık ettiğim zamanlardan, sırlarımı kendime gömdüğüm zamanlara geçeli çok oldu. Artık sırlarım yanı başımdan ayrılmayan yaverim gibi. Hani onlar olmasa bir elim eksik, bir ayağım aksak gibi. Güzel şeylerin sırları, uzun hikayelerin özeti, yaşanmış anların hayali, yaşanacakların özlemi, yaşanmamışların kahrı, hemen hepsi aynı cenderede, aynı derecede, aynı zihinde ve aynı kalpte.
Zulüm nedir? Zulüm yakın hissettiğinin sana uzak olmasıdır, burada mesafeler önemli değildir. Mesafe dediğin günle aşılır, çünkü güneşin doğup battığı yerde umut hep vardır. Zulüm nedir? Zulüm güneşin doğup battığı yerde billur olmayan bir sesle, dahası çekingen ve soğuk bir hoşça kal demektir. Hem de hiç hoş kalmayacakken. Ormanların sesleri, kuş sesleri asla hoşça kal demezler. Çünkü kuşların ve kelebeklerin her daim her mayıs yeniden doğumu gelir. Hoş bulduk derler yeni zamana. İşte ben böyle bir zulmün içinde kıvranırken, cevabın bildiğim soruların cevabına kendimi ikna edemiyorum. İşte daha iyi kavrıyorum artık bilmekle/kabullenebilmek arasındaki farkı, imanla ibadet arasındaki ilişkiyi.
Şimdi yazılara uzaklaşmış benden geriye ne kaldı diye merak ediyorum. Kendimi ne çok merak ediyorum, ne de olsa bazen kendi saçmalıklarıma kendim bile inanamıyorum. Teptiğim fırsatlara, ucundan kaçırdığım sokaklara ve kendimin bile inanamadığı saçmalıklarıma. Eh biraz da böyle biriyim. Gece geç oldu, devamı gelecek, şimdilik hoşça kalın. Mevsim mayıs dediysek söz burada bitmeyecek elbette.