Salı, Aralık 26, 2017

Bir nöbet olarak: öfke

Yanıldım
Hiç kimsenin yanılamayacağı kadar hatta
Ve bu yanılmak urbası
Hiç yakışmadı düşük omuzlarıma
Bakışlarımsa, şimdilerde dağı olmayan şehirler gibi
Oranın insanlarının öfkesi kadar sakinim oysa
Oranın insanları kadar galesiz
Kızgın olmak içinse yüksek dağlar lazım bize
Irmaklar lazım içinde insanların boğulduğu
Soğuklarlazım dudakları çatlatan
Ve hatıralar unutulması gerekirken unutulmayan

Kahrolmak
Eğer bir sözcükse lügatta
Ben onu yumruklanmış bir duvarda tanıdım
Yahut ne olduğunu kavrayamadığım tekmelenmiş bir kapıda
Histerik bu durum, sancıyor
Bir nöbet olarak öfke alıyor yerini
Yanılmak yetmez
Gerçekten yanılmak, kahrolmaktır diyor büyükler

Şimdi vakti geldiyse
O dağlara gitmeli, yüksek dağlara
Öfkelere gitmeli
Yanılmalara gitmeli
Yanılmalardan kahrolmalara
Kahrolmalardan çıkıp
Kendine gitmeli
Kendine gelip kendinden geçmeli

Salı, Kasım 14, 2017

Hayır, dönmedim.

Ne güzel fırsat değil mi günah çıkartmak? Gidiyorsun başka birine anlatıyorsun ve görece günahlarından kurtuluyorsun. Oysa böyle mi bizde, tüm iş kişinin kendisine bırakılmış. Tüm iknaların tek bir odak noktası var, tüm ihtimaller yalnız bir ihtimale çıkıyor: insanın kendisine.
Birçok günahın ana öğesi olan insan ise kendiyle yüzleşirken bir türlü yüzsüzlük yapamıyor. Ah ne aptalmışım dediği her seferinde “ama o zaman…” diye devam ediyor sözlere. İnsan en çok da kendisine bir şey söyletmek istemiyor. Yalan değil bence, dünya her insanın kendi etrafında dönüyor. Dünya yuvarlak mı, dünya düz mü, dünya yalan mı, dünya geçici bir heves mi bilmeye fırsat bırakmadan kendini kaybediyorsun. Kaybettikçe bulmak istemiyor, istemedikçe de kendine gelemiyorsun. Kendine gelmek yani kendinden uzaklaştıktan sonra, başka biri olduktan sonra yeniden özlediğin yere dönmek. En çok kimi mi özlüyorsun? Sanırım kendimi. Ondaki beni, şundaki beni, başka bir şeydeki beni. Bu bencillik sarmalından hiç kurtulamayacağım sanırım. Kurtulan var mı, varsa bir çıkış yolu sorup dönüceğim.

Kalemin insana küstüğü, kitabın insana küstüğü, insanın kendine küstüğü de oluyor hayatta. Bir tükenmişlik sendromunun tam ortasında buluyor kendini zamanla. Direnmek ve tırmanmak tamam ama ne için direniyorum, ne için tırmanacağım deyip tırmanmayı anlamsız hala getirdiğin an ne anlam ifade ediyor ki tırmanmak. Bir keresinde kendimi şair sanmıştım. Birisi bana “şairimsi” diye seslenmişti. Hayır kırılmamıştım sadece gerçek dışı şeyler kırabilir beni. Şair oysa, şiir yazan demekti. Şiir yazan yani alt alta kelimeleri sıralayan. Sığı var derini var, iyisi var kötüsü var, anlamlısı var anlamsızı var ve tüm bunlar varken yani aynı anda hem sığ, hem kötü hem de anlamsız olabilecekken ne için “şairimsi” denmiştim merak ettim hepsi o kadar. Şimdi merak da etmiyorum. Ne kötü değil mi merak duygusunun körelmesi? Merak önemsizleşirse mana kaybolur, mana kaybolursa hedef kaybolur ve her şeye sıfırdan başlamak gerekir. Yani bir mana inşaa etmekten. Yeniden inşaaya hazır mıyım? Allah bilir.

Pazartesi, Mayıs 15, 2017

Askı

Çok özledim, gitmesen?
-Gitti-
Sevda artık
Çamaşır asma zamanlarına saklanan bir rüya
Yanlış giden bir şeyler var hayatımda her mayıs
Biraz ekmek, biraz tuz ve her şeyim sanki tastamam olacakken
Tökezledim, dizlerim şimdi çapraz sorguda
-Nereye bu gidiş?-
Kalbim sıkışıyor aniden
Bir sancı en mahrem yerlerinde
Hülyalar diyordu, hülyaları olmalı insanın
Acı matemlerinden sıyrılan
Bir doğumu olmalı bunca bekleyişin
Her bahar sancıyan ama bir türlü doğamayan
Fesleğenleri daha bir fesleğen yapan
Kadınları daha bir kadın
Erkekleri bir daha erkek  



Çarşamba, Nisan 26, 2017

Baharı Hatırlamak

Kaldır at beni yağmurlara
Beni kaldır at yağmurlarına
Ezberlediğim şiirleri unuttur hadi
Kendi bildiklerini de unut
Unutmaya en çok ihtiyacım olan çıkmaz sokaklarım da sen varken
Yumuşak teninde dolaşan ellerimi de unut
Her şeyi en baştan öğret
En çokta gülümsemeyi
Bir çocuğun gülümseyi öğrettiği gibi babasına
Bir ikindi çayında gülümsediğin gibi bana
Mevsimleri de öğret en baştan
En çokta baharı yeniden
Hani papatyaları, portakal çiçekleri, çimen kokuları olanı
Nazlanmalarına da kat bir buket yap hadi
Aşıla şu yozlaşmış kalbimi
Buda artık kurumuş dallarımı.




Salı, Nisan 25, 2017

Yorgun

Yorulmak
Şimdi bir gözü kapalı aşığın oyuncağı olmuş
-Artık aşkın tek gözü kör bu devirde-
Hayallere çiçeklerle bulanmış bir tefekkür
Bilmem kimin durağı olmuş
Hani bir hayal kurmuştu bir keresinde
Nilüfer havuzları olacaktı evinde
Portakal çiçekleri ve şiir kitapları
Hafif esen meltem ve ona katışan kahve kokusu
Hem de bir sonbahar vakti
Olacaktı işte, varlık mutlu ediyordu ne de olsa insanı
Bense
Şerhimi koyuyordum bu hülyalara
Biliyorum çünkü, yorulmak
Şimdi bir mevsimi çıkarmaktı hayatından
-Mesela ilkbaharı-
Perhize bırakıp, utanmaktı tadından
Aslına bakarsan fena fikir değildi nilüfer havuzları
Değişecek suyu ve kaderi vardı
Değişecek hayali ve hayatı
Şimdiyse
Havuz kuru
Hayal kuru
Hayat kuru
Yorulmaksa tıpkı bir şehir ismi.



Salı, Nisan 18, 2017

Halep ve Beyrut

Seviyordum sevmesine de, kurşunun deldiği yerlerimi
Yaraları saralım demişler, baygın bir haldeydim
Yaralarını seviyor musun bile demediler
Kalbim Halep’ken
Ruhum Beyrut gecelerini arzularken
Şimdi aşkın sırası mı dedi Nizar
Sırayla olsa keşke dedim
Sıram gelse ve savsam her ne yükse üstümdeki
Çeksem ağırlığını köfenin
Çeksem çamurlu alçaklardan çizmelerimi
Alnım terliyken eritsem şu bahçemin camlarını
Zulüm değil mi zaten bunca aymazlık mahalleye
Söze geldi mi, sular yetmiyor sevgime
Seller sığmıyor şişeme
Ben sellerin sahibine
Suların sahibine
Şişenin sahibine
Halep’in ve Beyrut’un sahibine
Ahvalim açtım
Gerisi mukadderat


Pazartesi, Nisan 10, 2017

Yusuf ve ben

Hangi araya sıkışsa şu bizim kızlar
Yusuf'un iffetinden bahsederler
Züleyha güzeldi belki güzel olmasına
Ama
Evliydi, yaşça büyüktü ve Yusuf'u zindandan çıkaranın sevdiğiydi
Şimdi söyle bana
bu bir iffet miydi yoksa kendine özgürlük verene
Sadakat mi?
Oysa sen bizim kız
Gençsin, güzelsin ve kimseye sadık olmamı gerektirmeyecek kadar
Uzaksın
Şimdi tekrar fısılda bana
Hiç bir mi benimle imtihanı Yusuf'un

Çarşamba, Mart 15, 2017

Keşke

-Gel işte neden ısrar ettiriyorsun.
-Gelirim ama yarın daha iyi sanki.
-Yarın hala uzak bir ihtimal. Gel hem, evin halini biliyorsun. O kadar çok misafir geliyor ki bazen kendimi fazlalık hissediyorum.
-Bakarız, gelirim belki.

Gelmedi. Yarına daha çok vardı oysa. Bugünü değerlendirelim derken yarını, yılları elden kaçırıyoruz. Bir seferinde hani o öksürük sesleri eşliğinde senfoni dinlerken dünyanın geçmişine dair konuşmuştuk. İnsanı ne hüzünlendirir diye sormuştu bana. Hüzün, insanın terk ettiğidir. Kötü bir alışkanlık olsa bile mi demişti. Kötü bir alışkanlık olsa bile demiştim. Arkadaşlıkta böyledir. Arkadaşlık hem bazıları söz konusu olduğunda gerçekten kötü bir alışkanlıktan öteye değilmiş, bana zaman bunu anlattı. Şimdi konuşacak olsam gelmeyecek belki, hem yarına çok var diyecek, hem bazen insan bahanelere sığınmak için onca liman dolaşacak, özetle gelmek istememeyi gelmemekle tamamlayacak. Dünya tamamlanmak ister, toprak tamamlanmak ister ki bu yüzden öldürür hayalleri olan insanları. Hayaller, hiç bitmeyecek ve ardı arkası kesilmeyecek sanılan döngü değildi ki oysa. İnsan ve hüzün değince mekan kendini ekliyor buraya. Üç tür mekandan bahsederdi babaannem. İnsanın hakim olduğu, insanın hakim olamadığı ve insanın terk ettiği. İnsanın hakim olduğu temaşayı, hakim olamadığı sükuneti, terk ettiği ise hüznü barındırır en çok. Peki insanlarda böyle değil miydi? Yanında olabildiklerimiz, yanında dahi olamadıklarımız, yanında olmayı bıraktıklarımız. Birincisi bir hayat serkeşliği, ikincisi bir iç çarpışmayı, üçüncüsü ise keşkeleri barındırır. Ne yani insan, doğa kadar iyi değil mi diyorsun? Evet, insan bu doğayı parçalayıp kendini yok edecek kadar caniyken neden başka fikirde olmayayım ki. En çok cinayet keşkelerimizde saklıyken hem de. Dur, kapı çalıyor.









Cuma, Mart 10, 2017

Çikolata

-İster misin?
-İstediğim bir çok şey zaten var.
-Hayır hayır, çikolata ister misin?
-Yağmurlu havalarda çikolata yemek istemiyorum.
Kaskatı kesilen bir bıçak darbesi, hissedilen. Ağır, kötü kokulu ve mantığın çok dışında. Kötü kokuları hep mantıksız bulmuşumdur. Bir şeyin olduğundan daha farklı bir konuma gelmesi, kokusunu ne için değiştiriyordu? Yani işte bilirsiniz, atomlar vardı ve maddenin sürekliliği, bir de ansızın gelen çikolata yeme isteği; yağmurlu zamanlar hariç.
Henüz 12 yaşındayken resim dersinde yeteneksizliğimi gizlemek için desenler çizmeye çalışırdım. Resim de yeteneğin doğaya en yakınını yapmak olarak varsayılan zamanlardı. Belki de doğrusu bu kadar basitti. Oysa anlaşılmayana meyil insanın içindeki kaşifi ayaklandırıyor. Deli gibi bulmacalar çözmek istiyoruz. Daha çok bulmaca, daha çok bulmaca. Aynı kelimelerden oluşan bir zaman kapanı gibi.
Doğayı taklidin bir çocuk için anlamı büyüktü, çünkü Allah en mükemmeli zaten doğadan yaratmıştı. Bunun haricinde yapılan adına soyut mu diyorsunuz, fütüristik mi diyorsunuz, ne derseniz deyin, Allah'a karşı başkaldırının aptalca kutsanmasını ifade ediyordu. Bugün ne ifade ettiği konusunda ise çok bir fikrim yok. Fikir zaten, aklını hala etkin kullanabilen insanın düşünmesidir. Bir fikrim var mı? Aklımı etkin kullanabildiğimi düşünmüyorum. Bir resim mi? Belki çikolatalardan çizebilirim, tabi havanın yağmurlu da olmaması şartıyla.



Cumartesi, Şubat 11, 2017

Gurur


Ezildiyse gururun,
Bilirim,
Çimenler ezildikçe tazelik kokar
Saçların şimdi ellerimde kendir
Yılanlar dolayacak bacaklarıma
Beni sana varmaktan alıkoyan
Tıpkı bir ahmağın doğurganlığında olduğu gibi
Yırtınıyor sancılarım
Denizler kuduruyor
Kuduruyor özlem
Yıkıyor ne varsa
Set, bent, kişilik ve ahlak
ama izin vermiyor
Duvar
Med-cezirin o yıkayıcılığına
Gurur, duvar diyor yıkılamayan
Berlin'den anlamsız, Çin Seddinden uzun


Pazar, Ocak 08, 2017

Kahreden Ölüler Çiçekliği

Ne çok anlatacağım mezar taşları üstüne
Hepsini saysam, hepsini tanısam
Tüm hayatları düşündüm
Bulamadım hiç bir varoluş ihtimali
Saçlarımı yoldum
Kitaptaki yaprakları teker teker yırttım
Okunmuş suya attım tüm hatıraları
Anladım,
Payıma düşen mezar bekçiliği

Kurumuş çelenklere yardıma gelen yok
Ölüler arası bir nifakta çıkmıyor hayatın estetiği üstüne
Küfür ve iman, akıl ve delilik aynı havuzdan suluyor
Birbirini kıskandıran çiçekleri
Uslandırdım hayta yanlarımı
Yok artık hatıraların ağırlığı kanımda
Cesur ve korkağım tarihe karşı
Yarım kalan hikayelerimi anlatmıyor belgeseller
Gördüm,
Payıma düşen mezar bekçiliği

Sevgiyi sorsam da cevap alamadım 5 yaşındaki mevtaya
Neden hiç oyuncak yok çocuk mezarları üzerinde dedim kendi kendime
Oysa kuş sütü bile koymaya razıydı anneler
Otururken köşe başı sofralarında
En şımarıklar, en uslular, katışırken solucanlarla toprağa
Acıdı kalbim, yürüdüm çitler arasında talihime
Farkına vardım,
Payıma düşen mezar bekçiliği


Pazartesi, Ocak 02, 2017

Delirme

Yarim,
köşede süzülen sobanın gürüldeyen sesi
Karanlık gecelerimin tavanda raks eden kızıllığı
Açılan kapım, gülen yüzüm
Kokun, ah o kokun
Tutuşan çıralı dalın ateşe koşuşu
Hüznüm, gözyaşlarım
Kızdığım ve küstüğüm
Delirme çimler eziliyor diye
Bir kuş nasıl ezsin çimleri?