Perşembe, Aralık 04, 2014

Kahvehane müdavimi 4

Mendiller uzatılırdı, kağıt mendiller henüz süper market raflarında 10lu paketlerde satılmazken. 10lu paketler, çok göz yaşı, çok grip, çok kirlilik ya da oturduğu kahvehane sandalyesini silmek demekti. Elime geçen tozlu sandalyeyi silmekle hayata başlayabilirdim. Bugün Behçet Abi görünmüyor üstelik. O zaman onu hayallerime çağırmalıyım. Bir yandan içten içe konuşurken arada Behçet Abiyi sohbete çağırmak hiçte kötü olmazdı.
Her şey, her neyse tam da yolundayken elektrikler kesilir, sonra karanlıkta bir süre beklersin. Tam karanlığa alışmışken ama bir yandan da aydınlığı özlerken, elektrik birden gelir . Sonra sobanın üstünde duran çaydanlığa elini uzatıp tam da kendine bir bardak çay koyacakken elektrik yeniden kesilir ya, işte oradaki duygu karmaşası benim Behçet Abi.
Hınzırca gülen, çoğu zaman bu halden anlamaz, kendi bencilliğinde debelenip giden, dahası bir çok şeyi sadece alay etmek için yaşayan Behçet Abi her zaman ki gibi gözlerini kısıp gülerek:
-Karanlık geldiyse cep telefonunun ışığını açsan ya.
Hayal kırıklıkları vardır insanın hayatında, kırıklıklar, tüm zerrelerde kaynamamacasına  kırılan kırıklıklar. Duymak istediğim şeyler gönle dair olsun isterdim, gerçekler değil. Behçet Abi sen halden anlamaz mısın hiç? Neden bu gerçek, neden bu alay benimle ve hayatla, kim acıttı seni bu kadar? Kim üstünü örtüyor yok oluş sebeplerinin. Yok oluş sebepleri yaşama sebebi olan insanlardan neden kaçarsın? Soğuk suları sevmiyorum Behçet Abi, uyurken yüzüme çarpılan soğuk suları hiç sevmiyorum. İçimden konuşmalarım ve sorularım artarsa ve Behçet Abi ya cevap vermekten kaçarsa yine diye onun zeka pırıltılı cevaplarına bir cevap vermem gerekiyor:
-Cep telefonları şarj olmaktan ne işe yarıyor Behçet Abi?
Şapşallaştı, ne diyeceğini bilemedi. Bu düpedüz doğruydu, neredeyse gün boyu elimizde gezinen cep telefonları eve girince yaşam ünitelerine bağlanır gibi şarj aletiyle bağlanıyordu hayata.  Eğer bir gün kaçmayı öğrenmeye karar verirse Behçet Abi bu işin en iyi öğretmeni olmayı kesinlikle hakkediyordu.
-Bu büyük bir hayal kırıklığı olurdu, düpedüz bir hayal kırıklığı.
-Anlıyor musun ben Behçet Abi? Ben büyük bir hayal kırıklığıyım.
-Yani kurulmuş bir hayalsin öyle mi?
-Bir soru sorsam, daha çok soru soracaksın bana abi, ne demek şimdi bu.
-Kırıklıklar, onların olması için önce varlıkları gerekiyor. Sen hiç kimsenin hayalinde olmamak ve hiç kimseyi hayal edememek ne demek bilir misin?
Tasavvufu sevmezdim, üstelik acıdan alınana mazoşist zevke son derece karşı idim kendimi bildim bileli. O zaman neden acıyordu her yerim?
-Anlat bana Behçet Abi!
-Bak şimdi, bu hayatta önce mutlu olursun, çünkü çok az şey bilirsin, sonra öğrendikçe acı çekmeye başlar-
Behçet Abi’nin sözünü yarıda keserek:
-Abi yine aynı şeyi anlatıyorsun, bana yeni bir acı tasnifi yapmayacaksın değil mi?
Sözünün kesilmesine hafifçe kızdığı yüz hatlarından belli olan ve alnının coğrafyaları açığa çıkan Behçet Abi;
-Başlarsın, akabinde acı çekmeninde anlamsızlığını anlarsın. Artık acı çeken biri olmanın ne kadar manasız olduğunu idrak edersin.
-Ya sonra?
-Sonra bir karadeliğe dönersin.
-Ne demek bir karadelik?
-Işık yaymayan, kendi içine ne varsa çeken ve tepki vermeyen ama en çok yok eden. Yani meçhul!
Meçhul, gayb, neden tam hayatımızın ortasında sorgulamalı insan. Denemeli, hata yapmalı, ama bir karadeliğe dönüşmemeli dedim içten içe.
-O zaman çok öğrenmemeli Behçet Abi.
-Öğrenmemeli dostum,öğrenmemeli.