Çarşamba, Mart 15, 2017

Keşke

-Gel işte neden ısrar ettiriyorsun.
-Gelirim ama yarın daha iyi sanki.
-Yarın hala uzak bir ihtimal. Gel hem, evin halini biliyorsun. O kadar çok misafir geliyor ki bazen kendimi fazlalık hissediyorum.
-Bakarız, gelirim belki.

Gelmedi. Yarına daha çok vardı oysa. Bugünü değerlendirelim derken yarını, yılları elden kaçırıyoruz. Bir seferinde hani o öksürük sesleri eşliğinde senfoni dinlerken dünyanın geçmişine dair konuşmuştuk. İnsanı ne hüzünlendirir diye sormuştu bana. Hüzün, insanın terk ettiğidir. Kötü bir alışkanlık olsa bile mi demişti. Kötü bir alışkanlık olsa bile demiştim. Arkadaşlıkta böyledir. Arkadaşlık hem bazıları söz konusu olduğunda gerçekten kötü bir alışkanlıktan öteye değilmiş, bana zaman bunu anlattı. Şimdi konuşacak olsam gelmeyecek belki, hem yarına çok var diyecek, hem bazen insan bahanelere sığınmak için onca liman dolaşacak, özetle gelmek istememeyi gelmemekle tamamlayacak. Dünya tamamlanmak ister, toprak tamamlanmak ister ki bu yüzden öldürür hayalleri olan insanları. Hayaller, hiç bitmeyecek ve ardı arkası kesilmeyecek sanılan döngü değildi ki oysa. İnsan ve hüzün değince mekan kendini ekliyor buraya. Üç tür mekandan bahsederdi babaannem. İnsanın hakim olduğu, insanın hakim olamadığı ve insanın terk ettiği. İnsanın hakim olduğu temaşayı, hakim olamadığı sükuneti, terk ettiği ise hüznü barındırır en çok. Peki insanlarda böyle değil miydi? Yanında olabildiklerimiz, yanında dahi olamadıklarımız, yanında olmayı bıraktıklarımız. Birincisi bir hayat serkeşliği, ikincisi bir iç çarpışmayı, üçüncüsü ise keşkeleri barındırır. Ne yani insan, doğa kadar iyi değil mi diyorsun? Evet, insan bu doğayı parçalayıp kendini yok edecek kadar caniyken neden başka fikirde olmayayım ki. En çok cinayet keşkelerimizde saklıyken hem de. Dur, kapı çalıyor.









Cuma, Mart 10, 2017

Çikolata

-İster misin?
-İstediğim bir çok şey zaten var.
-Hayır hayır, çikolata ister misin?
-Yağmurlu havalarda çikolata yemek istemiyorum.
Kaskatı kesilen bir bıçak darbesi, hissedilen. Ağır, kötü kokulu ve mantığın çok dışında. Kötü kokuları hep mantıksız bulmuşumdur. Bir şeyin olduğundan daha farklı bir konuma gelmesi, kokusunu ne için değiştiriyordu? Yani işte bilirsiniz, atomlar vardı ve maddenin sürekliliği, bir de ansızın gelen çikolata yeme isteği; yağmurlu zamanlar hariç.
Henüz 12 yaşındayken resim dersinde yeteneksizliğimi gizlemek için desenler çizmeye çalışırdım. Resim de yeteneğin doğaya en yakınını yapmak olarak varsayılan zamanlardı. Belki de doğrusu bu kadar basitti. Oysa anlaşılmayana meyil insanın içindeki kaşifi ayaklandırıyor. Deli gibi bulmacalar çözmek istiyoruz. Daha çok bulmaca, daha çok bulmaca. Aynı kelimelerden oluşan bir zaman kapanı gibi.
Doğayı taklidin bir çocuk için anlamı büyüktü, çünkü Allah en mükemmeli zaten doğadan yaratmıştı. Bunun haricinde yapılan adına soyut mu diyorsunuz, fütüristik mi diyorsunuz, ne derseniz deyin, Allah'a karşı başkaldırının aptalca kutsanmasını ifade ediyordu. Bugün ne ifade ettiği konusunda ise çok bir fikrim yok. Fikir zaten, aklını hala etkin kullanabilen insanın düşünmesidir. Bir fikrim var mı? Aklımı etkin kullanabildiğimi düşünmüyorum. Bir resim mi? Belki çikolatalardan çizebilirim, tabi havanın yağmurlu da olmaması şartıyla.