-Gel işte neden ısrar ettiriyorsun.
-Gelirim ama yarın daha iyi sanki.
-Yarın hala uzak bir ihtimal. Gel hem, evin halini
biliyorsun. O kadar çok misafir geliyor ki bazen kendimi fazlalık hissediyorum.
-Bakarız, gelirim belki.
Gelmedi. Yarına daha çok vardı oysa. Bugünü değerlendirelim
derken yarını, yılları elden kaçırıyoruz. Bir seferinde hani o öksürük sesleri
eşliğinde senfoni dinlerken dünyanın geçmişine dair konuşmuştuk. İnsanı ne
hüzünlendirir diye sormuştu bana. Hüzün, insanın terk ettiğidir. Kötü bir
alışkanlık olsa bile mi demişti. Kötü bir alışkanlık olsa bile demiştim.
Arkadaşlıkta böyledir. Arkadaşlık hem bazıları söz konusu olduğunda gerçekten
kötü bir alışkanlıktan öteye değilmiş, bana zaman bunu anlattı. Şimdi konuşacak
olsam gelmeyecek belki, hem yarına çok var diyecek, hem bazen insan bahanelere
sığınmak için onca liman dolaşacak, özetle gelmek istememeyi gelmemekle
tamamlayacak. Dünya tamamlanmak ister, toprak tamamlanmak ister ki bu yüzden
öldürür hayalleri olan insanları. Hayaller, hiç bitmeyecek ve ardı arkası
kesilmeyecek sanılan döngü değildi ki oysa. İnsan ve hüzün değince mekan
kendini ekliyor buraya. Üç tür mekandan bahsederdi babaannem. İnsanın hakim
olduğu, insanın hakim olamadığı ve insanın terk ettiği. İnsanın hakim olduğu
temaşayı, hakim olamadığı sükuneti, terk ettiği ise hüznü barındırır en çok.
Peki insanlarda böyle değil miydi? Yanında olabildiklerimiz, yanında dahi
olamadıklarımız, yanında olmayı bıraktıklarımız. Birincisi bir hayat
serkeşliği, ikincisi bir iç çarpışmayı, üçüncüsü ise keşkeleri barındırır. Ne
yani insan, doğa kadar iyi değil mi diyorsun? Evet, insan bu doğayı parçalayıp
kendini yok edecek kadar caniyken neden başka fikirde olmayayım ki. En çok
cinayet keşkelerimizde saklıyken hem de. Dur, kapı çalıyor.