Cumartesi, Ağustos 18, 2018

Kesin İnanlı

Her şeyi bilmenin dayanılmaz hafifliği ve düşünce eksenimizin kaygıları
“Bilmediğim, en iyi bildiğim şeydir” diyor filozofun biri. Bu tanım hiç şüphesiz ki “gerçek doğru” kavramını da gerçekten bilemeyen bir bilgi severin sözleri. Başka bir açıyla bakacak olursak “doğru” şüphesiz ki en çetrefil yolların en anlaşılmaz ve başat düşüncelerin ürünü. Hemen herkesin her şeyi her şekilde ve konumda bildiği ve daha da önemlisi hemen herkesin kendi yanılgısını kabul etmeye yanaşmadığı, üstüne üstelikte “ısrar” tutumunun fanatize olmuş şekilde uygulandığını görüyoruz. “Bilgi”, “kavrama” ve “yorumlama” basamaklarından ilk iki basamağı tabansız bir şekilde terkedip, “kesin inanlı” bir tavırla “yorumlama” basamağıyla olan biten her şeyi açıklama gayretine girişiliyor. İnsanlık tekerleği bir kere keşfetti, bu artık tekerleğin yeni ve yineden keşfedilemeyeceğini ortaya koyuyor bir bakıma. Fakat yorumlama üzerinden fikir beyan etmek zorunda kalmak, adeta keşfedilmiş tekerleği yeniden keşfetmeye simulatif bir tavırla yanaşmayı doğuruyor. Anlamları ele aldığımızda “bilgi” nin, aslında en değerli olması gerekenin, en az başvurulan yöntem olması kabul edebileceğimiz şekilde edinmesi en zor, gidilmesi gereken en karmaşık yol olduğundan kaynaklanmaktadır. Düşünelim, bilmek için harcanan emek, bilmeden yorumlamak için harcanan enerji ile kıyaslanmayacak denli çaba gerektirir. Temelde Homo economicus’da diyebileceğimiz “iktisadi insan” hayata karşı tavır geliştirirken bu ekonomik tavrı her alana sirayet etmiş şekilde uygulamaktadır. Süreç içerisinde “bilgi”den uzaklaşan insan, yorumlama gücüyle her türlü sonuca ulaşabileceği gibi absürt bir kazanım elde etmektedir. Bu yüzden tartışmalar kısır, verimsiz ve somut verilerden uzak, son derece irrasyonel davranışlar olarak belirmektedir. Oysaki hayatın her alanında gerçekten bilgiye başvuran insan kendiliğinden rasyonel davranışların bir pratisyeni olacaktır. Bilgiden uzak olarak yapılan “yorumlama” tekniğinin elbette ki etkilendiği en önemli duygu kaygıdır. Kaygıyı hayata karşı olumlu-olumsuz, rasyonel-irrasyonel , akıl-duygu arasında sürekli çalışan bir piston gibi tanımlayacak olursak, düşünce eksenimizin kaygılardan kaynaklanan yollara başvurarak yorumlama yaptığı sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz. “Kaygı” bazlı yapılan her “yorumlama” içinde rasyonel biçimde “gerçek” ten uzaklaşarak ve sübjektif doğruların bir öğesi olarak hegemonyasını düşün dünyasında sürdürecektir. Bu mana da ele aldığımız tartışma biçimlerinde sorulması gereken temel soru “Yorumlarımın içinde ne kadar bilgi var? Bilgi olmayan kısmının ne kadarı kaygılarımdan kaynaklı?” . Saf biçimde doğruya ulaşmak isteyen insan bunu ancak aslında hiç var olmayacak ancak çevresinde dolaşabileceği objektiviteye yaklaşarak gerçekleştirebilir. Özetle her şeyi bildiğini sanan bir insan ile tartışırken onun öncelikli olarak en büyük “kaygılarını” öğrenin, ve bu kaygıların ne kadar rasyonalize edilebileceğini kendi zihninizde tartarak bu minvalde sorular sorarak tartışmayı devam ettirin, cevaplarınızı verirken kendimize soracağımız basit bir soru ile kaygılarımızdan ne kadar uzaklaşıp karşımızdaki insana ne kadar doğru sorular sorduğumuzu tartalım. Çünkü tekerlek keşfedildi ve ancak doğru sorular insanı gerçeğe götürebilir.