binemedim huysuz bir ata, bir kere denedim sosyete bir padokta
şehir değiştirmektense hep evimi düşündüm, sadece evimi
ve dönmeyi
yıldızlarsa hep benim memleketimin üstündeydi,
nereden baksam onlara memleketimde hayal ederdim kendimi
oldu ya kefen giydim, kumaşı düşünmem, iğneyi ipliği de,
nerede olacak mezarım derim
nerede olacak kaderim
nerede çürüyecek toprağım
oldum olası sevdim sokakları
şehirlerin sokaklarını
köyümün sokakları yok oysa
-bahçeli evler, bitişik nizamdan bihaber-
izler sürerim portakal bahçelerinde
domuz izleri
tilki yuvaları
karatavuk tüyleri
ve daha neleri
kafam desen sarhoş bu temizlikten
nam nam akar yanımdan , tam yanı başımdan..
sulanan tarlalardan,kürek saplarından ve terli şapkalardan
ben sana her şehirde biraz geç kalmışım derdim de
süreya önce davranmış bir kere
hem biz seninle
eğer bir kez aynı şehirde bulunabilseydik
ben sadece bunun için bile sevebilirdim seni
sadece bunun için
vurabilirdim en güzel anılarımı
pike duran şeytanlarım eşliğimde
Salı, Aralık 15, 2015
süreya ölmüş
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Çarşamba, Ekim 28, 2015
ekimlerin 27si
Yaşlardan birini daha bitirirken, hayat tüm hızlılığı ile devam ediyor. Sonbaharın tam ortası kışın ise hemen önünde doğmuş olmanın serinliğiyle yaşıyorum hayatı. Güzel şeyler yapmaya çalışıyor, güzel davranmaya çalışıyor ve karşılığında sadece iyi hissetmek istiyorum. Çok güzel hissettiğim anlar oldu, çok özel hissettiğim anlarda, Allah şimdiden bana 30 yıldan fazla bir ömür verdi bile, şükretmek için hiç az değil. Merak ettiğim şeyler, özlediğim anılarım, beklediğim şeyler oldu, bir kısmı olmadı, bir kısmı oldu. Yıllarım rutine bindi ama ben aynı renkte tüm renkleri görme hevesinden vazgeçmedim. Bir zamanlar kâh İzmir, kâh Ordu, kâh Şırnak, kâh İstanbul derken en nihayetinde Muğla'da da bir şeylerim geçer oldu. Aynı yere ait olmak çok başka bir şey. Ne saçma bir duygu değil mi insanın bir yere ait olması ve o yere karşı içten bir duyguyla sıkı sıkıya bağlı olması. Sanırım en sevdiğim saçmalıkların başında geliyor bu. Gurbetin kötülüğü aşikar, özlem desen tarifsiz. Bir dua etsem doğru olur mu bilemiyorum: Allah kimseyi gurbetle sınamasın! Tıpkı insanları sevmekte böyle, memleket ve insanlar...İnsanları da severiz, memleket gibi. Uzakta olsalar akılda gezinirler, ufukların ardında, beyazların içinde, kim bilir belki gökyüzünün hangi katı, ya meleklerin ya da kara deliklerin tam içi. Bu yüzdendir bir yaşa gelmek değil güzel insanların etrafında yer alabilmek, hem de güzel bir yerde ne güzel olur değil mi? Allah bu insanları her daim çevremizden eksik etmesin. Anlatacak hikayelerim var, konuşacak çok şeyim ve biraz da zaman.
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Pazar, Ekim 04, 2015
Hep güzeldi değil mi? :)
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Cumartesi, Eylül 05, 2015
Süt Dişleri
Kanlı bir oyun bu
Kan ve oyun
Bir çocuk bahçesinde oluyor mu hiç?
Adalet ve merhamet
Hangi tahterevallide sallanıyor
Ya kaydıraklar ya atlı karıncalar
En çokta salıncaklar
Onlara neler oluyor, neler oluyor sanki onlara?
Gözler önünde düşüyor kalbin ortasına,
Misket bombaları ve şebbihalar
Kahkahalar ve reel politik konuşmalar
İflas ediyor iyimserlik
İflas ediyor iş makineleri arasından unutulan vicdan
Can yeleği hırsızları
Gözlere mil çekmişçesine uzayan miller
2500 avroya "o kadar da uzak değil"
Hangi hayale kast ediyorlar
Kıyıya vuran ihanetler
Bir annenin en kötü hatırasızlığı oluyor
Süt dişlerini saklayamaması yavrusunun
Sayarken harf harf, hece gece
An-ne ve ba-ba
Terk ediyor kelimeleri ve söyleyemediği tüm diğer cümleleri
Keşke açıp iki ayet okuyabilse, bir de dua edebilseydi
üstüne
Biraz Zebur birazda İncil de karıştırabilseydi
-Derinden bir amin-
Değişir miydi bir şey
Biliyorum tanrı o kıyağı yalnız Yunus peygambere çekti
Hem bir gölge verdi hem de bir başlangıç
Eritmeyen mide, kurutmayan vicdan da bizim payımıza
Yelkenleri terk eden, motora aldanan gemiler
Çok ağırlıkla batıveriyorlar
Yükün azınaysa tahammülleri hiç ama hiç olmuyor
Alınıyor navlun ve mütemadiyen unutuyor kaptan birinci
görevini
Dalgalar beş arşın sanki değecek gökyüzüne
Ha batırıyor ha batıracak
-Kader değil bu-
Kurtulması içinse geminin kim atılacak?
İlk atılan öne atılamayan oluyor
Yüzemeyen, konuşamayan ve dahası yürümeyen
Tuvaletini hala bezine yapan
On sekiz numara terlik, kırmızı tişört, beyazlamayı unutacak
saçlar
Cennete atılan bir tohum
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Salı, Ağustos 25, 2015
Yola Bakanlar
Kamyonlar arı kovanları taşır
Kahveler boşalır
Baş başa otururdum kendimle
-Burada maalesef kavun yok-
Dondurma istesem Hüsamettin Abi'den
Karışık mı diye sorardı hemen
Karışık abi karışık, aklım gibi
Hem ne kadar dondurma
"e bir lira"
-boş kahvede yankı-
Çok ucuz değil mi be!
Burada en pahalı şey bu kadar, hayata tutunmak hariç
Ağzımda buz tanecikleri
Kulağımda cırcır böceği
Uzansam su akan arklara
Uzansam anneannemden kalan somyaya
Dalmak ne kolay olurdu
Hele hayallere
Ben dalmasına dalarım da hayallere
-üç yıldızlı dalgıcım hayallere-
Hiç çıkamadığım için hayallerim yokmuş gibi davranırım
-Hem balık ne bilsin suyu değil mi?-
Üç beş kelime tekrar eden kendimi unuturum
Boş kahve, dondurma, hayat, pahalılık ve yokluk
Bulutlar, su sesleri, yaşlı bir amca ve okey taşları...
Kahveler boşalır
Baş başa otururdum kendimle
-Burada maalesef kavun yok-
Dondurma istesem Hüsamettin Abi'den
Karışık mı diye sorardı hemen
Karışık abi karışık, aklım gibi
Hem ne kadar dondurma
"e bir lira"
-boş kahvede yankı-
Çok ucuz değil mi be!
Burada en pahalı şey bu kadar, hayata tutunmak hariç
Ağzımda buz tanecikleri
Kulağımda cırcır böceği
Uzansam su akan arklara
Uzansam anneannemden kalan somyaya
Dalmak ne kolay olurdu
Hele hayallere
Ben dalmasına dalarım da hayallere
-üç yıldızlı dalgıcım hayallere-
Hiç çıkamadığım için hayallerim yokmuş gibi davranırım
-Hem balık ne bilsin suyu değil mi?-
Üç beş kelime tekrar eden kendimi unuturum
Boş kahve, dondurma, hayat, pahalılık ve yokluk
Bulutlar, su sesleri, yaşlı bir amca ve okey taşları...
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Pazartesi, Temmuz 27, 2015
Platon'da biliyor mu sevdiğimi Baba?
Nasıl
diyordu Platon?
-Ölümsüz
ruha inanırken-
Erkek otuz
beşinde kadın on yedisinde takmalı boynuna ilmeği
Platon ve
matematik tanımazdı Atina'nın tanrılarındansa habersizdi baba
"Oğlum"
diyordu,
"Zamanı geldi, geçti hatta"
"Zamanı geldi, geçti hatta"
"Zaman?"
-zaten
Einstein'da okumamıştı baba-
Zaman
bükülemezdi oğlunun göz altlarında, kırışırdı ancak
İnanmak
istese bile buna
Biriktirmeliydi
portakal çiçeği mevsimlerini
Kalojen
delisi olurcasına
41 numara
ayakkabı
papyon
beyaz gömlek ve ütülü pantolon
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Pazartesi, Haziran 15, 2015
Çeşmeler nerede?
Çeşmelere ne yaptınız?
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Çarşamba, Nisan 15, 2015
Kahvehane müdavimi 7
-İnsan ne zaman yalnız olduğunu anlar Behçet Abi?
-Kendisi için dua eden birisi olmadığını bildiği andan
itibaren yalnızdır insan.
-Bu kadar önemli mi dua?
-Yalnız birbirini seven insanlar birbirine dua eder, yalnız
birbirine karşılık beklemeksizin bağlı olanlar gece yarılarında hatırlar
dualarında sevdiğini.
-Ne zamandan beri yalnızsın Behçet Abi?
-Annem öldüğünden beri birilerinin benim için dua eder
olduğunu sanmıyorum, yalnız mıyım emin değilim ama yalnızlık çektiğim aşikar.
Yaşam, karşılık bekleyen çıkarlar üzerine kuruluyken,
insanın içinden, doğasından bir ses merhametle kucaklar onu. Kendi hayatını
riske atacak kadar sevebilecek kadar hem de. İnsanın en derin özlemi, en içten
bağlılığı: annesi. Behçet Abi hiçbir zaman ailesi varmış gibi davranmıyordu.
Bazı insanlar sanki öylesine dünyaya gelivermiştiler. Sanki hiç aileleri yok,
hiç doğmamış, hiç çocuk, genç olmamış, ezelden ebede uzanan bir yalnızlık
dönencesinde var olmuşlar gibi. Tıpkı bazı insanların hiç güldüğünün
düşünememek, bazılarının hiç ağladığını akıl edememek ve bazılarının hiç aşktan
yana derdi olmadığın sanmak gibi. Yaşlılığın yaşamı törpüleyici bir noktası
vardı elbette. Her şey yaşanmış gibi görünen alınlarda, hiç bir şey yaşanmamış
sanılan umursamazlık gizlidir. Aslında hep merak etmişimdir, her şeyi anlatan
adamlar neyi gizlerler?
-Behçet Abi en çok neyi gizlersin?
-(Gülümseyerek) İşime gelmeyenleri tabi ki.
-En son ne zaman işine bir şey gelmedi?
-Sanırım bu sabah, sanırım önceki sabahlarda. Yani hemen
hemen her sabah işime gelmeyen şeylerle uyanıyorum dünyaya. Ben kadim bir işe
gelmeyen adamım. Hayat bir okyanussa dostum ben su fobisi olan bir adamım, bu
yüzdendir hep kıyılarda gezinir, hep olan biteni izler, suya dokunmanın
tecrübesinden kaçarım.
Hangimiz kaçmıyoruz işimize gelmeyenler? Hangimiz suya kolayca
adım atıp, kulaçlıyoruz soluğumuz tükenene kadar. Hayata dair olmak, yani terk
edecek olduğun şeye dair olmak ne kadar güdüleyici olabilir ki? Hayat fırsatlar
sunsa bile, fırsatların bile bir fırsat olmadığını anladıktan sonra ne anlam
ifade eder ki karşına çıkanlar?
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Kahvehane müdavimi 6
-Her göze, her kulağa, her dokunuşa, her duyuşa, her tada
bir nimet veriyor Allah. Kiminden az, kiminden çok ama illa veriyor. Çocukken, her
şeyi anlamaya çalışırken, güzel sözlere olan duyuş kabiliyetimin farkındaydım.
Nerede veciz duysam, hangi ağızda şekillense sözcükler, onları damıtır zihnime
akıtırdım. Zihnimde hikayeler yazar, yazı yazmayı bilmediğim için onları
unuturdum. Ben yarım kalan hikayelerin adamıyım.
-Hikayelerin başlaması önemlidir değil mi? Demi dökülmüş
çayın suya hasreti gibi.
-Dostum hikayelerin yarımı taze değildir, içilmiş çayın
soğuyan yarısı gibi, köprünün yıkılan diğer yarısı gibi. Yani aslında
gidebileceğin yere kadar gitmişsindir, hikayenin tamamı,hikayenin yarısıdır.
Yani hiç olmamış gibi.
-Behçet Abi, yarım bir hikaye misin?
-Hep aynı hareketleri yapan ama farklı sonuçlar bekleyen bir
adamın hikayesi olabilir mi?
-Mucizelere inanmaz mısın?
-Tıpkı peygamber olmadığıma inanmadığım gibi. Kişinin
kendisi için yaptıklarına inanırım, biliyorum Allah var ama eğer bir imtihana
tabi tutacaksa işimize çok karıştığını düşünmüyorum.
-Hikayeni tamamlamaya çalışmadın mı hiç?
-Mücadele ve güç, onu isteyene veriliyor belki de. Ben yarım
kalan hikayem hakkında hükmümü verdikten sonra artık bu hikaye hiç yaşanmamış
bir hikaye olması gerekiyor.
-Ya hükmü veren yanlış verdiyse?
-Bunca zamandan sonra, tutsaklığımda bir özgürlüğümde. Şimdi
dostum insan yaşar yaşar ve yaşar ve öyle bir an gelir ki artık kaybettiğini
anlarsın işte o andan itibaren artık konu kapanmış, defter tutmaktan vazgeçmiş,
kendini ıskartaya çıkartmışsındır.
-Buna kim karar veriyor Behçet Abi, sen mi?
-İnsan hakkında kendinden başka kim karar verebilir? Suçsuz
olduğunu düşünürken bir anda suçlu olduğunu hissedebilir misin? Ya da bir
iyilik yaptığını düşündükten sonra bunun aslında dünyanın en kötü şeylerinden
biri olduğuna kim ikna edebilir sizi?
-Sanırım dünyadan böyle iktidarlar geçti.
-Haha, siyaset görünene aksetti hep, gönüldekine değil. Ben
gönülden mahpusum.
-Gizli bir faşist olmalısın Behçet Abi.
-Artık bu söz bile demode oldu biliyor musun dostum? Ama
bunu anlamak istemeyen insanlar olduğu gerçeğini değiştiriyor tabi. Faşizmde
yarım kalmış bir hikayeydi.
-Ne bu yarım hikaye sevgisi?
-Dünya yarım kalmış hikayeler çöplüğüne dönmüş olabileceğinden
olabilir mi?
Belki olabilir, bu dünya her şey olmaya hazır bir oyun
hamuru gibi yeter ki onu yoğuran ellerde bir meziyet olsun. Bu meziyet kimlerde
var, kimlerde yok bilemem ama Behçet Abi gibiler oyun hamurunu çöpe atma
niyetindeler. Hayatın müdahale edilemez olduğunu düşünüyorlar ve hiçbir yarım
hikayeye tahammülü olmadığına. Sanki biz hayatın şahdamarını kesmeye çalışan
kötü kalpli doktorlar gibiyiz ona göre. Behçet abi hem bilen insanlardan bu
kadar nefret ediyor ve nasıl oluyor da bu kadar çok şey biliyordu?
-Abi sen aklımı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyorsun ki
hiç? Ne desem eksik kalacakmışım, hangi cevabı versem hep o değilmiş hissi
veriyorsun.
-Bilakis akıl duruluk ister, basit cümleler kuruyorum,basit
anlamlar. Salatalık yeşil, denizler mavi ve yarım kalan hikayeler mayıstır.
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Çarşamba, Şubat 04, 2015
Kahvehane müdavimi 5
-Soba yanıyor mu Behçet Abi?
-(Kızaran yanaklarındaki gülümsemeyle) Yanmaz mı hiç,
yanıyor yanıyor, otur gel.
-Cehennem gibi mi?
-Hayır ana kucağı gibi.
Behçet Abi tam bir zihin avcısıydı, beni özellikle beynimden
vurma konusunda uzmanlaşmıştı. Hep aynı yerde, hep aynı sandalyede, hep aynı
bakışlarla ve hep farklı düşüncelerle karşılardı beni. Her ne dese, her ne olsa
hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi hissettirirdi üstelik bunu tamamen farklı
düşüncelerin dehlizlerinde bile başarabilirdi. Hani sanki yanında yok olduğumuz
insanlar vardı, Behçet Abi tam da
öylelerindendi işte. Bir kader kitabı okuyucusu gibi. Sayfalar ağır ağır
çevrilir, saniyeleri dakikalar takip eder ve ruh intihara meyleder. İnsanın
ruhu intihar meraklısıdır. Ortalama bir insan ruhu günde defalarca intihar
eder. Sanırım ruhumuzu bedenimizden ayıran en önemli özellik bu: Öldükçe dirilebilen.
Ya beden? Henüz ölüm sonrasını tecrübe
etmediğim için bu soruya net bir cevap verebilme şansım yok, aslında kimsenin
yok, Behçet Abinin bile.
-Neler oluyor Behçet Abi?
-Olması gerekenler oluyor.
-O ne demek?
-İşte olması gerekenler sıraya geçiyor, sonra sırasını
savıyor bir sonraki geliyor. Bir daire etrafında sürekli koşan hamsterlar gibi
daha çok koşmak bir yere götürmüyor aslında ama olması gerekenler oluyor.
-Neler yani?
-Bulutlar yağmura, çocuklar gençlere, kitaplar küllere ve
hayatlar ölüme devşiriliyor.
-Her şey olağan yani?
-Evet hem de her zaman ki gibi evlat.
Neden bazı insanları anlamıyoruz, neden bazı insanlar soru
işaretlerinden başka bir şey sunmuyorlar bize. İlkokul öğretmenim insanları
ikiye ayırmıştı; güzel soru sorabilen insanlar ve güzel cevaplar verebilen
insanlar. Güzel cevaplar verebilen insanlar nerede?
-Cevaplar nerede Behçet Abi?
-(Suskun ve mağrur bir bakışla başı öne eğik) Aradığım ama
bulamadığım yerde.
-Belki de olmayan cevaplar ha.
-Kim bilir belki de.
Aklıma güzel sorular geliyordu. Bazı cevaplarım ise zaten
vardı. Mesela yaşlı ve kirli bıyıklı insanların asla aşık olamayacakları gerçeği
gibi. Acaba Behçet Abiye böyle bir soru sorsam ne cevap verirdi bana. Ya da
yine sorular mı sorardı cevaplayamayışlarım üzerine.
-Behçet Abi, sen hiç aşık oldun mu?
-Hatırladıklarım var tabi.
-Nasıl hatırladıklarım var, oldun mu olmadın mı?
Kirli bıyıklarından sarı dişlerine uzanan hınzır bir
gülümsemeyle başladı anlatmaya:
-20,21 yaşlarındayım, beni seven bir kız var. Lakin ben ona
gönül bağlamamışım. Ama onun yanında öyle bir kız var ki hani elini uzatsan aya
değecek gibi hissettiren bir kız. İşte ben ona meftun olmuşum.
-E ne oldu yani? Meftunluğun bir işe yaradı mı?
-Bir süre için evet.
-Sevdim diyorsun.
- Ne sevmek, hani bir kere bakarsın ve başka kimseyi
göremezsin aynen öyle şeyler. Tabi eski hikaye o duyguyu şimdi bir filmdeki
sahne gibi hatırlıyorum.
-E ne oldu peki? Anlaşılan ortada bir kavuşma yok.
-Yok tabi, olsaydı şuan ona küfrediyor olurdum muhtemelen.Karı
kocaların en büyük ortak özellikleri değil midir birbirinden kıyasıya şikayet
etmek. E doğal olarak 7/24 yaşadığın bir insanın eksiklerini göremeden olmuyor.
Bir de evlat, bir erkek 20sinde ve 80nde
duygusaldır, aradaki tüm yaşlarda kadınlara küfredebilir.
-80 Yaşında bir dedem var ve hiç duygusal değil.
-Demek ki 20 yaşında da değilmiş.
-E peki sonra?
-Sevdiğim kız fakirdi,
yani ailesi fakirdi. Sonradan fakirin birine verdiler.
-Ya sen?
-Ben mi? Kişiliğini kendinden saklayan ben hiç olamazdım ki.
Kızın babası çağırdı, küfretti, bağırdı çağırdı, bende sana verecek kız yok
dedi.
-E peki hiç direnmedin mi? Israr? Aşkın çoğu ısrardan ve
esrardan geçer derler.
-Yok be evlat, hep hayal etmiştim aslında. Bir adam gelecek,
al şu paraları ve kızımdan vazgeç diyecek. Sonra paraları alacağım ve kızın
hayatından tüyeceğim.
-Yani?
-Babası fakirdi, o ayki rızkını zor çıkarıyordu ama sağlam
inattı. Hani iki cihan bir araya gelse, Sultan Süleyman dirilse fermanını
dinlemeyecek cinsten. Sonra vazgeçtim bende, uğraşamam dedim. Biz aşkı beleşe
vazgeçirilendeniz evlat, beleşe aşkını tepetaklak edenlerden.
-Keşke üç kuruş bir şey atsaydı bari.
-Çayları da bana kilitledi vazgeçtim paradan.
Kendi kalabalığına hapsolmuş, toplumsal yalnızlığa mahkum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)